20 Ağustos 2014 Çarşamba

IŞİD'e müdahale çözüm değil

İlişkilerin yeterince karmaşık olduğu Ortadoğu’da, IŞİD var olan durumu daha da imkansız hale getirdi. Irak’ın güneyindeki hakimiyetini Musul’dan sonra Erbil’e doğru genişletmek isteyen IŞİD, en sonunda ABD’nin hedefi oldu.

ABD’nin saldırısı, peşmerge ve PKK’nın savunma hattına rağmen IŞİD, İslam adına katliamlar yapmaya, şeriat adına kafa kesmeye devam ediyor. Bunun en son örneğini ABD gazeteci James Foley'nin infaz videosunda gördük. Batı dünyası IŞİD’e karşı harekete geçerken, Müslüman kimliği açık olan AK Parti hükümeti, IŞİD’in katliamları karşısında sessiz kalmayı tercih ediyor. IŞİD’in neredeyse Ezidilere karşı soykırıma dönen saldırıları karşısında sessizlik nedeni olabilir ki? İnsanlık, "sessiz kalmakla" yok oluyor.

IŞİD’in bu zamana kadarki eylemlerini ve bu eylemlerin sebeplerini toparlarsak ortaya şöyle bir tablo çıkıyor: Uzun dönemli, tarihsel bir sorun olan Sünni-Şii çatışması, Osmanlı İmparatorluğu çökerken emperyalist güçlerin çizdiği yapay sınırların ülkeleri... Daha sonra, ABD dış politikalarına karşı Ortadoğu’da 1950’lerden bu yana artmakta olan tepkilerin giderek dinci kanallara akıtılması (hem de birçok ülke tarafından), SSCB’ye karşı bu geleneğin silahlandırılarak eğitilmesi... Daha yakın bir zamana gelirsek, Irak’ın işgaline karşı direnişi bastıramayan güçlerin Sünni-Şii çelişkisi “canavarını” uyandırarak tetikledikleri iç savaşlar ve katliamlar... Devletlerin gizli örgütlerinin provokasyon, yönlendirme girişimleri, komplo projeleri... Sessizlikler, yayın yasakları, suskunluklar...

ABD’nin müdahalesi tek başına IŞİD’i durdurmaya yeter mi?

Kabul etmeliyiz ki, bu müdahale IŞİD’ın ilerlemesini şimdilik aksatabilir ama uzun vadede durdurmaya yetmez. IŞİD’ın terör örgütü olarak devreden çıkarılmasının yolu, bölgede yaşayan Sünnilerin Irak yönetime etkili biçimde katılmasına ve eşit vatandaşlık haklarından yararlanmalarına bağlıdır.

Sünnilerin ülke yönetimine etkili biçimde katılmadıkları bir sistemde, yapılacak her müdahale IŞİD’i bölgeden ancak kısa bir süreliğine temizleyebilir o kadar.

Bir süre sonra IŞİD ya da başka gruplar tekrar ortaya çıkabilir...

13 Ağustos 2014 Çarşamba

Kâinatı içine alacak kadar geniş bir kalp

Inner Man - Sarah Loft
İnsanın canı sıkılınca en klasik cevap: "geçer". E yani biz de biliyoruz geçecek de nasıl geçecek? Ne zaman, nasıl, ne kadar hasar vererek ya da neleri götürerek geçecek? Fırtına, yağmur, rüzgar da gelir geçer ama arkasından nelere hasar vermiştir? Can almıştır belki, kalp kırmıştır, ruhu delip geçmiştir... Derinin, tenin altında, kalbinin bir odacığında katlanılmaz bir iz bırakmıştır. Kimsenin görmediği ama yalnız senin hissettiğin, yalnızca senin bildiğin... Her yağmur zamanında varlığını hatırlatır. Gittiğini sanırsın, "oh be" dersin, ansızın yaz yağmurunun deliliği gibi beklenmedik şekilde seni alır yine o anlara götürür. Artık o vardır, istemesen de yaşayacağın her şeyde kendini gösterecektir.

Duyguların en acayibi, ele en gelmeyenidir. İnsanın varoluş sancısının gözyaşı damlasıdır. Asıl hayret uyandıran ise ruh denen ummanın o damlanın içinde boğulmasıdır. Ruh bir deniz iken nasıl olur da bir damlaya mağlup olur?

Çoğunlukla görünür bir sebebi yoktur. Bu yüzden en can sıkıcı histir. Kâinatı içine alacak kadar geniş ve muhit bir kalbin bir zerrenin içine büzülmesidir. Hatta bir damlanın içinde boğulmasıdır.

Sinsi tırnaklarını ruhun en nazik yerine geçirir de geçirir.

Soluk borusuna kaçan şeyi dışarı atmak için ha bire öksürmek gibidir. Bir imdattır, yardım talebidir ruhun ve vicdanın. Adeta, bir yerinde tıkanma olmuş da ha bire öksürüyordur vicdan.

Varoluşun anlamsızlığa bulanmış halidir bir yandan. Öyle ki, her şey anlamını yitirmiş, bir yığına dönmüştür. Ruh bir işaret veriyordur karanlığın içinde, deniz feneri misali.

Sağa bakarsın, sola bakarsın. İçine bakarsın, dışarı bakarsın. Ele geçirip boğmak istersin onu. Ne mümkün. Elle tutamazsınız onu, yakalayamazsınız, avucunun içine alamazsınız. Hava gibidir bu yönüyle. Bu daha da can sıkıcıdır.

Kendi kuyruğunu yakalamaya çabalayan kedi gibi, dönenir dururuz can sıkıntısının peşinden. Kaçtıkça kovalarız. Kovaladıkça yüzümüze sırıtır.

Sonra, canımızın sıkıldığına canımız sıkılır. Kısırdöngüdür...

Kısırdöngüyü kesmek için ne yapmak gerekir? Neye inanmak, neyi bitirmek, neye devam etmek gerek? Karar aşamaları da bir o kadar zorlayıcıdır.

Oraya da sonra değinmek üzere...