16 Nisan 2014 Çarşamba

Sebepsiz

Yazıları birileri için yazmam ama bu yazı beni her seferinde güldürmeyi başaran birine... Bengisu Sönmez'e...

Uyandığınızda boğazınızın düğümlendi mi ya da yataktan kalkar kalkmaz sebepsiz yere ağladınız mı? Kısacası kalktığınıza binbir küfrettiğiniz oldu mu olmadı mı?

Sebepsiz yere gözlerin dolduğunda suçlayacak bir şeyler ararsın. Genelde bu başkaları olur, ama eğer yalnızsan "kendin" olur. Kendini yerden yere vurursun, "neden böyle yaptım", "ne yapıyorum ben" diye arka arkaya kendini yersin bitirirsin. Aslında olan bir şey yoktur ama o gün verilmeyen bir selam, görmezden gelinen bir bakış, arada kalmışlığın getirdiği gerginlik, kime, neye, hangi zamana ait olacağını bilememenin tuhaf belirsizliği üst üste gelir ve bir bakmışsın gözlerinden küçük küçük damlalar akıyor.

Önce küçük küçük başlar ama rahatladığını farkedersin, ince gözyaşların önünü alamadığın hıçkırıklara dönüşür. Gözlerin kurur, ama her akan yaşta içindekini biraz da dışarı atarsın. "Zehir dışarı akmadan yürek yıkanmıyor" diye bir şarkı sözü var, dışarı akması için ağlarsın, yakarsın, yıkarsın hatta kırarsın bilinçli veya bilinçsiz; yeniden başlamak için, yeniden bazı şeylere inanmak için, günün getireceği yeniliklere umutla bakmak için... Her sabah güneşin doğuşuna anlam yüklemek için kalkarsın o yataktan. Bilirsin bir yerlerde seninle aynı hissi paylaşan birilerinin olduğunu ama tanımazsın, bilmezsin. Akşam olur güneş batarken "bugünün dünden ne farkı var" diye isyan edersin. Gecenin ağırlığıyla tekrar yoğunlaşır duyguların ve belki yine zor bir akşam geçirirsin, boğazında yumru, gözlerinde konuşlanmaya yemin etmiş damlalarla...

Ne zaman bu belirsizliklerden, ağırlıklardan kurtulursun ya da onlarla yaşamayı öğrenirsin o zaman gözyaşlarını dizginleyen, yumruyu yutkunarak geçiren "sen" olursun. Güçlü olmayı öğrenirsin, yaşayarak, tecrübe ederek ve varolmayı sürdürerek. Her güne o yataktan kalkarak "ben de varım" diyerek. Bunları söyleyebildiğin zaman her şeyin ne kadar sakin ve yolunda olacağını ve de öyle gideceğini görürsün. Ufak tefek arızalar dışında tabii. Onlar her an var. Önemli olan bu hayata karşı "güçlü olmak" ve kartlarını ona göre seçmek...

Gerisi zaten "sen" olursan çorap söküğü gibi gelir...

13 Nisan 2014 Pazar

Değişir miyiz?

İnsanlar değişir mi, değişmez mi? Hani soğan katmanları gibi bizi sarıp sarmalayan tüm o paye ve kisveleri çekip alırsak aradan, dönersek öze, özümüze; çocukken taşıdığımız yürek ile ellisinde, sekseninde taşıdığımız yürek aynı mıdır acaba?

Bazen bakıyorum geçmişe. Orada gördüğüm had safhada gözlemci, hayalperest ve hikâyeperest kız çocuğu ile bugünkü halim arasında pek bir fark yakalayamıyorum doğrusu. "Hiç mi değişmedim?" diye soruyorum kendi kendime. Derken bir başka anılar arka arkaya geliyor ya da seneler evvel karaladığım birkaç satır elime, "Meğer ne kadar değişmişim" diyorum; fikren, ruhen ve zihnen...

"İnsanlar değişmez" gibi şeyler söylediğimiz zaman bilim adamlarını çıldırtırız...

Neden mi?

Değişim, bilimdeki tek sabittir. Enerji, madde her zaman değişir. Farklılaşır. Birleşir. Büyür. Ölür.

Doğal olmayan, insanların değişmemek için çaba sarf etmesidir. Bazı şeylerin, gerektiği gibi olmalarına izin vermek yerine eski hallerine tutunmamız gibi ya da yeni anılar oluşturmak yerine, eski anılara tutunmamız...

Bilimin kanıtladıklarının aksine bu hayattaki her şeyin kalıcı olduğuna inanmamız gibi. Değişim sabittir. Bize kalan şey, o değişimi nasıl yaşadığımızdır. Bize ölüm gibi gelebilir. Ya da yaşamak için ikinci bir fırsat...

Avucumuzu sıkmayı bırakıp parmaklarımızı açarsak, kendimizi akışa bırakırsak, bu değişim saf adrenalin gibi gelir. Her an, yaşamak için ikinci bir fırsat yakalamışız gibi... O anda, yeniden doğmuş gibi oluruz...

Son söz; "değişmem, yapmam asla" demeyin. İçinizden geldiği gibi davranın. "Keşke"leri azaltma yolu bence bu...